Savaşın Genelde Kazananı Olmaz.
Savaşın Genelde Kazananı Olmaz.
Immanuel Wallerstein “Bildiğimiz Dünyanın Sonu”nda(7.baskı 2021 Metis) 1991’de Sovyetler Birliğinin kampı dağılınca sadece liberalizmin büyük bir zafer kazandığı tezine katılmaz; ona göre liberalizmin rakipsiz kalmasıyla daha da azgınlaştığını aslında liberalizmin de kaybettiğini iddia eder. Bugün dünyanın yaşadığı büyük sorunların miladını buradan başlatan entelektüeller azımsanmayacak kadar fazladır. Emeğin değer kaybı, ekosistemin çöküşü, devasa eşitsizlikler, kitlesel göçler, adil olmayan uluslararası ilişkiler ve Demokrasilerin gerilemesi ya da kalite kaybı bunlar arasında sayılabilir.
BAŞKA BİR ZAMAN BAŞKA BİR DÜNYA
Finansın egemenliği ve rejimlerin otoriterleşmeleri, parlementer demokrasinin geri çekilmesi ulus-devletlerin aşınmasına eşlik etmektedir. Beşyüz yıllık kapitalist sistemin tarihinde yetmişbeş yıllık “sosyalist blok” arasından sonra, piyasanın ve finansın mutlak iktidarına evrilmesi ( neo-liberal kapitalist finans sistemi) arasındaki zamansal ilişki göz ardı edilemez.
Dünya sistemi Arızanal sistemden devletlerin güç dengeleri sistemine, oradan da bugünkü sisteme dönüşmesi dünya sisteminin çıkmazlarını görmemizi sağlamıştır.
Sistem, uzun zamandır kriz içindedir. Krizin faturasını da borçlu ülkelerin yoksul insanları ödemektedir. Devletlerin sosyal refah, sağlık ve eğitim harcamalarında kesintiye gitmesi; bunu da sadece güvenlik kaygılarını köpürterek yapması egemen iktidarların yegane politikası olmuştur. Şunu herkesin kabul etmesi artık bir zorunluluktur: neo-liberal sistem ve onun destekçisi ülkeler, politikalar vadettikleri hiçbir şeyi gerçekleştirememiştir. Tüm dünyada sisteme olan inanç kaybolmuştur. En kötüsü de Japon iktisatçı Shigeto Tsuru’nun dediği her yıkımdan sonra “yaratıcı bozgun ”etkisinin ufukta görünmemesi. Her yönüyle bir altüst oluşlar çağı yaşıyoruz, kuşatılmışız ve yön kaybı yaşıyoruz. Kolektif bilincimiz ulusal siyasetlerimiz gibi sistem tarafından ele geçirilmiş; yıkım sonrası önümüzdeki yollar çatallanmış, ileriye doğru hamle yapamıyoruz. Kendimizi “gelenekselin” bozulmuş formuna dayayarak güvende olacağımızı düşünüyoruz.
İnsanlar ikna edici yeniyi bulamayınca denenmiş eskide kalmayı tercih ediyor.
Bir kesinlik ve umut ortaya çıkarsa her şey bambaşka olabilir.! Oxford Sözlüğü bu yılın kelimesi olarak “brain rot”u(beyin çürümesi) seçti.2016 yılında da “ post- truth”u(hakikat sonrası) seçmişti. Toplumlar, insanlar hakikatlerden kaçarsa günün sonunda bu hastalığa yakalanması kaçınılmazdır. Hastalığa neden olan patojen ve nevrotik durumları uzmanlarına bırakmakla birlikte asıl nedenler arasında neoliberal finans sisteminin etkilerini sosyal bilimcilerin ıskalamaması gerektiği üzerinde durmak lazım. Her gün beyinlerimize bilgi diye çöp boca ediyoruz, onları da gerçek zannediyoruz.
Dijital çağın Big Datası herkesi sistemin gönüllü kölesi ve hizmetçisi yapmaktadır.
Dijital psikopolitika, kitlelerin davranışına hükmederek bizi adeta “Dijital Panoktikon”lara yerleştirmektedir. J.Bentham’ın özel tasarım Panoktikon hapishanesinde mahkûmlar birbirinden izole edilmiş, yeni sitemde ise tam tersi daha çok bireylerin ilişkide olmaları teşvik ediliyor, artık insanların yaşadığı her mekan sistemin hapishanesi olmuş. Dijital içerikli sosyal medya fragmanları birey ve toplumu, hafızasını deforme ederek suni, yeni, tek ve eklemeli bir hafıza inşa ederek istediği tarafa yatırabiliyor. Oysa insanın kendi hafızasını her zaman yenileyerek düşünme ve muhakeme kabiliyetini canlı tutuyor. Özetle tek bir hafıza çürümüş veya buzlanmış ölü bir hafızadır, tıpkı kendini ölmemiş zanneden ölüler(zombiler) gibi. Yaşadığımız her kötü veya iyi şeyler tesadüf değildir, doğru ya da yanlış yaptıklarımız veya yapamadıklarımızın sonucudur. Nedensellik sosyal bilimler için bu anlama gelir. Çağımızda neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlamak önemli bir sorundur. Ünlü bilgi kuramcısı Alfred North Whitehead, varlığın özünü ve gerçek yönünü arayarak varlıkta esas olan şeyinin hareket, oluş, dinamizm, akışkanlık, işleyiş kısaca “süreç”tir der.(A.N.Whitehead, Süreç ve Gerçeklik, Fol kitap 2021).Ona göre gerçeklik bütünüyle ilişkiseldir, nedenseldir. Somutlaşma ve sağlamlaşma bu sürecin sonunda gerçekleşir. ”Aktüel varlıkların birbirleriyle ilişki içinde birbirlerini kavramaları veya birbirleri içinde nesnellik kazanmaları ilişkiselliğin birliğinden doğar. Kavrayış denilen operasyon bir aktüel varlığın(insan, birey) doğasında bulunan en somut unsurları ortaya çıkaran analiz operasyonudur.”Whitehead, gerçeklerin insan doğasında doğrudan kavranışı ve insan mantalitesinin doğru bir açıklamasını yapmak için şu üç soruyu sorar:
1.Biz gerçekten nasıl bilebiliyoruz?
2.Biz nasıl yanılıp, hata yapabiliyoruz?
3.Biz doğruyu yanlıştan eleştirel olarak nasıl ayırabiliriz?
21.yüz yılın ikinci çeyreğine girdiğimiz bu günlerde demokrasinin krizlerini önemsemeliyiz. Demokrasilerin nasıl bozulduğunu, çok yönlerden gizli, açık saldırılara maruz kaldığını daha önceki bir yazımızda değerlendirmiştik.(By By Demokrasi). Burada konu ile ilintili bir bozulmayı dikkatinize sunmak isterim. Jurgen Habermas’ın “kamusallık” kavramı çerçevesinden baktığımızda demokrasilerin küçülmesine dair bakış açısı ortaya koyabiliriz. Habermas’a göre modern toplumlarda kamusallık kavramı sivil toplum ile politik sistem arasında bir yere oturur. Kamusallığın toplumsal entegrasyona katkısını buradan ele alabiliriz. Habermas, dijital iletişimin sınırları kaldırabilme kabiliyeti ve aynı zamanda bu durumun kamusallığın fragmanlaşmasına sebep olabileceğine ilk dikkat çeken siyaset bilimcidir. Yeni medyaların yükselişi ve ağ iletişimin ortaya çıkması kendi içinde dönen fragmanlaşmış bir iletişim tarzı politik kamusallığın algısını bozarak vatandaşların büyük bir bölümünün ortak kanaat ve karar süreçlerini olumsuz etkilediğini iddia ederek modern sistemlerde müzakereci politika demokrasinin varoluşsal bir ön koşuludur. Kitlesel medyaların toplumsal kanaat oluşumunda pozitif katkı vermesi onun niteliği ile alakalıdır. Kapitalistlerin demokrasi anlayışlarını krize sokan nedenlerden birinin bu kanaat ve iradenin oluşmasının kısıtlanmasının sebep olduğu buna da kamusallığın dijitalleşmesinin sebep olduğunu varsaymamız hiç de zor olmayacaktır. Rakip kamusal kanaatlerin baskılanması demokrasi için ölümcül bir sorundur. Otokrat ve tekelci rejimlerde kamusal iletişimin altyapısı çöker ve orada demokratik seçimler artık işlemez. Doğru politik kararlara uzlaşmalarla varırız. Modern demokrasiler, halk egemenliğini yasaların egemenliği ile birleştirirler. Bu uzlaşmalar böylece anayasal normlar içerisinde gerçekleşmiş olur. J.Rawls, kamusal aklın kullanımını, karşılıklı saygıyı gerektirdiği politik bir erdem olarak görür.
Politik gerileme, politik kamusallığın çökmesi, politik partilerle kamuoyunun iletişiminin felce uğradığında; demokrasinin hangi limana yol alacağı kestirilemez!
Bilim insanları, dünyanın renginin değiştiği, ritminin bozulduğu, hızının artığını iddia ediyorlar. Kuantum mekaniğine göre dünyanın her hangi bir yerinde meydana gelen bir olay tüm geri kalanını az çok etkiliyor. Kuantumun birinci önemli keşfi, somutluk ancak fiziksel bir sistemde ortaya çıkar. İkinci önemli keşfi ise belirsizliktir. Fizikçiler evrenin nesneler toplamı değil, olaylar toplamı olduğunu söyler. Zaman değişimin ölçülmesidir, evrende aynı an diye bir şey yok, evrenin şimdiki zamanı diye bir şey yoktur. Bilim felsefecilerine göre, bilimsel düşüncenin özü, görmeden anlayabilmektir. Anaksimandros daha gemilerin dünyayı dolaşmadan önce deniz kenarında güneşin batışını seyrederken gökyüzünün ayaklarının altından kaydığını anlamıştı. Uzmanlar yakın ve görece uzak coğrafyalarda meydana gelen sıcak çatışmaların bölgesel karakterinin genele yayılma eğilimi gösterdiğini yorumluyor. Dünyanın egemen siyasi aktörlerinin kapasite ve kalitesine baktığımızda bu ihtimali yadsımamak gerekir. Bu günün emperyal, yayılmacı ve sömürgeci güçleri bir yandan dünyaya kendi mali, siyasi ve ekonomik sistemlerini dayatırken, diğer yandan sebep oldukları krizlerin faturasını hedef ülkelerin halklarına kesiyorlar. Muazzam organizasyon ve askeri yeteneklerini bu amaç için ustaca kullanıyorlar. Uluslararası medya tekelleri sayesinde kendi yarattıkları terör örgütleriyle mücadele bahanesiyle sözde bu ülkelere barış ve özgürlük getirecekleri savı ile dünya kamuoyunda meşruiyet arıyorlar. Oysa adı geçen ülkelerin istediği sadece kendi haklarını özgürce koruyabilmek. Egemenler kendileriyle hareket etmek istemeyen potansiyel müttefiklerini çeşitli yollarla ikna kabiliyetlerini kullanıyorlar, başta terör ve borçlanma araç olarak kullanılıyor. Bildiğimiz havuç ve sopa hikayesi. Kriz dönemlerinde ulusların geçmişten kalma hınçları canlandırılıyor. Asıl yoldan çıkarma, kullanacakları ülkelerin siyasi aktörlerinin kendi varoluşlarına tehdit oluşturarak algı bozukluğu yaratmaları. Böylece egemen, sözde müttefiklerine istediklerini vermiş oluyorlar. İşin özeti Batı ve ittifakları dün kendilerine meydan okuyan “sosyalist kamp” yerine bugün yeni yükselen güçlerin coğrafyası “Avrasya Kampını” koymuşlar. Taraflardan birinin yanlış hamle yapma riski her zaman var.!
Siyasette “beka” kavramı eski Yunan’dan beri kullanılmaktadır. Aristoteles ve Platon’dan günümüze siyaset literatüründe geniş bir yer işgal etmektedir.
Machiavelli(1469-1557) bir liderin ayakta kalması için erdemli ya da ahlaklı olması gerekmez diyor. Sun Tzu Çinli filozof(MÖ.500) siyasette bekayı barışta değil, savaşta bulur. Thomas Hobbes( 1588-1679) ünlü İngiliz siyaset bilimci 1651 yılında ünlü Leviathan kitabında monarşiyi savunarak; yoksul ve zayıflara acımadan onlarla savaşmak gerektiğinden bahseder. Ünlü Alman sosyolog ve politik ekonomi uzmanı Max Weber( 1864-1920) siyasilerin eylemlerine fikirler değil, maddi ve manevi çıkarların hükmettiğinden bahseder. 20.yüz yılın önemli siyaset bilimcilerinden Hans Morganthau (1904-1980) “beka”yı liderlere ve iktidar partilerine tehdit koşullarında algılar. Bir dönem Alman Nazı Partisi üyeliği de yapan ünlü hukukçu Carl Schmitt (1888- 1985) siyasi bekayı dost-düşman ayırımında bulur. Ona göre “siyasal kavramı” hukuktan hatta devletten de önce geldiğini savunur. Günümüzün önemli siyaset bilimcilerinden Bruce Buena De Mesguıta (doğ.1946- ) siyasi bekayı iktidarda kalmanın beş altın kuralı ile açıklar: önce iktidara gelmek, sonra iktidarda kalmak ve iktidar boyunca ulusal geliri kontrol etmek! Mesguıta tezini “seçmenlik teorisi” üzerine kurar. Sistemin işlemesinin özü “kazanan koalisyonunu” günün koşullarına göre kurabilmekte bulur. Bu bahsi kapatmadan 20.yüz yılın plütokratik yönetimlerin kapısını ilk aralayanlardan Wilfredo Pareto’yu 1848-1923) unutmak olmaz.
Pareto’ya göre plütokratik iktidarlar yeni zenginlik yaratmazlar, mevcut zenginlikleri dağıtmakla ilgilenirler diyor.
Dijital fragmanlaşma çağında kavramları da kirlettik, onları yanlış mekanlara taşıyarak başka manalar verdik. Galiba insanları özgürleştirebilmek için önce kelimeleri özgürleştirmeliyiz. Mitler ve semboller kitleleri heyecanlandırıp harekete geçirebilir ama zafer kazanmalarını garanti etmez. Herkesin bir an önce bu “katharsis” durumundan kurtulup zihinsel normale dönmeliyiz.
Savaşın genelde kazananı olmaz.
Savaşı çıkaranların beklentilerine zıt sonuçları tarihte çok görülmüştür. Tarihin öğretisinde kayıpları telafi için ikmal dersi konmamıştır. Çin’li devlet adamı Deng Şiaoping diyor ki bir eylemin ancak sonuçlarına bakarak hüküm verilebilir. Dünyanın yeni bir sisteme ihtiyacı yadsınamayacak bir gerçekliktir. Amin Maalouf, “Labirent, Batı ve Hasımları’nda” ( YKY 2024) şöyle yazmış: ”insanlığın evriminin bu aşamasında umutsuzca duyduğu siyasi, ahlakı ve entelektüel küresel liderliği hiç bir devlet, hiçbir ulus, hiç bir uygarlık alanı tek başına üstlenebilecek durumda değil.” Yeni Dünya Sisteminin hiç bir kişiyi, ulusu dışarıda bırakmayan, dünya nimetlerini, kaynaklarını adil ve eşit kullanan, daha kapsayıcı, daha çevreci, dayanışmacı bir anlayışla kurulabileceğini düşünebilmeliyiz. Imanuel Kant’ın “ebedi barışı’ gerçekleşmedi, ancak ulusların samimi işbirliğinde dünya barışını kurabiliriz, bu şansı insanlık olarak iyi kullanmalıyız. 2025 yılının ilk bebeği yılın ilk saniyelerinde Adana’da dünyamıza doğdu. Ailesi yavrularına “Umut” ismini koymuş, gerçekte hepimizin iyi bir geleceğe uyanabilme “umudu”na ihtiyacımız var. Oxford Sözlüğü yöneticilerine önerim 2025 yılının kelimesi olarak listeye “Umut”u şimdiden koysunlar. Yeni yılın iyiliği, güzelliği umudunuz olsun.
Fuat Çakıroğlu İstanbul 1 Ocak 2025
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.