Reklam kod içeriği yüklenmemiş.
Reklam kod içeriği yüklenmemiş.

TBMM VE TÜRKİYE GERÇEĞİ..

GÜNDEM 04.06.2020 - 14:22, Güncelleme: 29.08.2022 - 15:26
 

TBMM VE TÜRKİYE GERÇEĞİ..

Kültür ve tarih bilinci olmaksızın kuşatıcı bir teori kurmak, imkânsızdır. Teori, yöntem ve kavramlar olmadan olguları kavrayıp tahlil edemezsiniz. Olayların peşinden sürüklenirsiniz. TBMM’de temsil edilen siyasi geleneklerin, siyasi partilerin kendine özgü bir teorisi ve yöntem bilgisi olmadığı için kavramlaştıramıyorlar, sorunlaştıramıyorlar, tahlil edemiyorlar. Kendilerine özgü bir perspektifleri yok maalesef.
AKP ve CHP ekseninde toplanmış iki kutuplu siyasetin zaman zaman milli hatta olduğu izlenimi veren konjonktürel çıkışlarına, <bütün iyi niyetlerine rağmen > “adem-i merkeziyet ve Neoliberalizm, çok kültürlülük ” hattında olmaları bu teorisizliğin bir sonucudur. Türkiye sosyolojisini çözümleyerek yerli ve bize ait bir siyasal dile aktaramıyorlar. Bu yönüyle esasen TBMM’de tek bir parti ve tek bir siyasal görü, “ Neoliberalizm” hakimdir. Gerisi dekoratif söylem ve retorikten ibarettir. Ekonomi politik tercihiniz neyse siyasi ideolojiniz de odur. Bu kadarını bilmeden siyaset yapyorlarsa daha da dehşet verici. Bu atıl, tarih dışı ve Türkiye gerçekleriyle uyumsuz kaotik siyasal pozisyonlar Türkiye’nin ayağını bir prangayla emperyalizmin yedeğine bağlamaktadır. [15 Temmuz sonrasında AKP iktidarı “de facto” tehlikeyi görerek yeni bir arayışa yöneldiğini gözlemlemekteyiz. Bu arayışın teoride de milli bir perspektife eklemlenmesi Türkiye’nin bekası açısından çok önemlidir.] Türkiye Cumhuriyeti ve Türk milleti her şeyin üzerindedir.  Siyasal partilerimiz, liberalizmi ve sol ideolojiyi Türkiye’nin tarihsel ve sosyolojik koşulları ekseninde tartışarak kendine özgü bir kulvar açmayı bile düşünmüyorlar. Demokrasi ve hukuk devleti konusunda solun da liberal sağın da referansları küresel sermayenin talepleri ve söylemiyle uyumlu. Halkçı, müzakereci, bir demokratik perspektiften herkes kaçıyor. Zira takipçisi oldukları kapitalist, neoliberal köleci sistem  eğitimin, demokrasinin, özgürlüğün, eşitliğin imtiyazlı bir sınıftan geniş halk kesimlerine yayılmasından Fransız ihtilalinden beri kaçıyor. Oysa ki bugünkü dijital imkanlarla hem yerelde hem ulusal düzeyde halkın kaynak kullanma ve karar alma süreçlerine daha etkin bir biçimde katılımını gerçekleştirerek demokratik katılımı, halk demokrasisini inşa edecek imkanlar mevcuttur. Ama sol dahil, sendikalar, partiler dahil herkes sus, pus ekmeği kırmış şamandıra gibi emperyalizmin güvecine banmak için fırsat kolluyor. Bütün kalkınma iktisadı tarihi gösterir ki sermaye birikimi yetersiz bir Türkiye’nin kalkınması için bütün kaynaklarını optimum bir biçimde planlaması ve devlet desteği, öncülüğünde bir üretim devrimini başlatmaktan başkaca yolu yoktur. Türk iktisat tarihin en başarılı sonuçlarının 1923-1938 döneminde bu modelde el edilmesi bunun en bariz göstergesidir. *** Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları kurulunun görüşleri, Y-CHP’nin anayasa taslağıyla birebir örtüşmektedir. Yüksek Kurulun “yükseklik” sıfatıyla pek de mütenasip olmayan görüşlerine bakalım: “Türkiye Toplumu çok kimlikli bir toplumdur… Bizim toplumumuz farklı kimlik gruplarının bir bileşkesidir.” “Türkiye toplumu ve onu oluşturan bireyler çok kimlikli olmakla birlikte başat aidiyetini tek kimlik üzerinden ifade edilmesi ihtiyacı doğduğunda hiçbir kimlik grubu tek başına toplumun çoğunluğunu oluşturmamaktadır. Yani hiçbir kimlik grubu gerek halk kesimi olarak gerekse seçmen olarak yüzde elliden fazla bir sosyolojik güce sahip değildir. Hepsinin sosyal tabanı yüzde ellinin altındadır. Bu durum âdeta maruf ve meşhur bir vakıadır.” Zırva tevil götürmez diye bir tabir vardır. Sosyal bilimler alanında doktora derecesine sahip insanların böylesine gelişigüzel doğaçlamasını sadece cehaletle izah edemeyiz. Kurulun bu görüşlerine bilim adamı titizliğine ve etiğine sahip 2 araştırmacının araştırmalarıyla çürütelim: Alman Araştırmacı Peter Alfrod Andrews’in, “Türkiye’de Etnik Dağılım” Raporu’na göre; Türk 86.21, Kürt 8.36, Çerkez 2.14, Arap 1.63, Zaza 0.53, Laz 0.02, diğer 1.02.  AB Eurobarometer’nin Eylül 2005 anketinde de, ana dil yüzdeleri, Türkçe 93, diğerleri 7 olarak ölçülüyor.  Bu iki araştırmayı teyit eden onlarca literatürü burada saymayacağım. Sorun bu ülke insanın bu anlayışlarla nasıl formatlandığı ve mankurta dönüştürüldüğü sorunudur. Bu karanlık zihniyeti aydınlatmalıyız. “Türkiye toplumu ve onu oluşturan bireyler çok kimlikli olmakla birlikte başat aidiyetini tek kimlik üzerinden ifade edilmesi ihtiyacı doğduğunda hiçbir kimlik grubu tek başına toplumun çoğunluğunu oluşturmamaktadır. Yani hiçbir kimlik grubu gerek halk kesimi olarak gerekse seçmen olarak yüzde elliden fazla bir sosyolojik güce sahip değildir. Hepsinin sosyal tabanı yüzde ellinin altındadır. Bu durum âdeta maruf ve meşhur bir vakıadır.” Türkiye’de oy verme davranışının Kürtler arasında bile “etnik ve kimlik temelli olarak temayüz etmediğini” bütün partilerde her etnisiteden aday ve temsilci olduğunu bilmiyorlar mı?  Türkiye toplumu değil, Türk milleti vardır. Burada egemen bir millet vardır. Bu milletin içerisinde sosyolojik bir kategori olarak “toplumlar” vardır. Önce bu kavramları öğreniniz. Biz bu dili “halklara özgürlük” çağrılarından, “hendek siyasetinden” tanıyoruz. HDP ye o zaman hangi gerekçeyle ne cevap vereceksiniz? Tam da sizin söylediğiniz şeyin “kimliğin” siyasetini yapıyorlar. Türk milleti ve Türkiye cumhuriyeti toplumlar bileşkesi değildir. Türk bu milletin ve 5000 yıllık bir tarihin adıdır. Bu ülkenin içerisinde Müslüm gayrı Türk ve gayrı Müslüm yurttaşlar vardır onlar anayasal olarak Türk yurttaşıdırlar, tarihsel olarak Türk kültür havzasının mütemmim cüzleridirler. Etnik olarak kendileridirler, hukuki özne olarak Türk kabul edilirler.  Adı Türkiye Cumhuriyeti olan bir yerde kendi tarih ve kimliğine, egemenliğine sahip çıkmayan Türklerin Haymana’da olduğunu zanneden kütle insanları içerisinde bu sohbetler zaten yeterince hüzün vericidir. Üstelik onun milliyetçi partisinin bu açıklamalar karşısında kola/fanta yerine karpuz önermesi trajedidir. Fantacılar biraz buruk bu arada! Rahmetli Durmuş Hocaoğlu hocamın zikrettiği gibi “… 410 yılında Gotlar Roma’ya girdiklerinde sokaklardan dereler gibi kan akıttılar ama Hıristiyanlara dokunmadılar, çünkü, Imperium Romana’nın çift başlı kartalı kendileri için bir değer ve anlam ifâde etmez bulan Hıristiyan Romalılar Gotlara, kendilerine dokunmadıkları sürece onlara karşı mukavemet etmeyeceklerini bildirmişlerdi.”   Biz bu tipolojiyi “milli mücadelecilere eşkıya fetvası verip, Yunan ordusunun moral gecelerinde arz-ı endam edenlerden tanıyoruz ne kadar benzer bir halet-i ruhiye. Psikoanalitik kuram bilinçaltı birikiminin mağmanın yerkürede bulduğu çatlaktan fışkırması gibi zaman ve zemin bulduğunda bilinç düzeyine ve söyleme yansıyacağını bildirir, üstatlar ne kadar haklıymış.  İnsan Marco Polo’dan utanır, sizden 1000 yıl önce bu coğrafyaya Micro Turchia Hazar ötesine Macro Turchia diyor. Sizleri temsil eden ortasında Ayyıldız çevresinde 16 imparatorluğu temsil eden o Cumhurbaşkanlığı forsu 12 milyon km² yayılan 300 milyon insanın medar-ı iftihardır Bir yanda Sayın Cumhurbaşkanımızın “tek bayrak, tek devlet, tek millet” vurguları diğer tarafta onunla iki ayrı galaksideymiş izlenimi veren bu açıklamalar, bunların hangisine itibar etmeliyim tereddüdüne sebep olarak milli bloktaki seçmeni tedirgin etmektedir. Millet Türk milletiyse, bayrak Türk bayrağıysa, devlet Türkiye cumhuriyetiyse burada Sayın Cumhurbaşkanının 15 temmuz sonrasında izlediği siyasete karşı, Cumhur ittifakına karşı açık bir sabotaj vardır. Bu ikazı yapmak durumundayız. Türkiye’nin muhafazakâr ve mütedeyyin seçmen kitlesi arasına sızmış “fetövari veya daha kapalı yöntemlerle çalışan, “ pelikan, ördek vb çeteler” dış mihraklarla ilişkili, anti Türk etnik siyasal bilince sahip bu mevzilerini İslamcılıkla örten nispeti az ama organize bir ekip Türkiye’nin “tek vatan, tek bayrak ve tek millet” olma iradesini aşındırmak ve siyaseten tökezletmek için öteden beri etkin bir gayret içerisindedirler. Türk milliyetçileri olarak biz bu yönelimi biliriz. “Kraliçe’ye ve Atlantik’e iltisaklı Müselmanlara” dikkat gerekir. Mirza Elekber Sabir bu Müselmanlar’dan çok çekinirdi ve “harda görsem gorhıram gardaş” derdi. AKP’nin 15 Temmuz sonrasında MHP ve Vatan Partisiyle kurumuş olduğu pozitif diyalog ve istişare sürecini hazmedemeyip, “parti MHP’ leşti, Perinçek yönetiyor” gibi bozguncu ve fitneci mihrakların içeride bulunan ve deşifre olmayan kesimleri AKP iradesini kullanarak milli, ulusalcı hedeflere, kişi ve kurumlara dindarların ve Sayın Erdoğan’ın arkasından ateş açmaktadır. Bu diyalog sayesinde Çin, Rusya ilişkileri, Karadeniz jeopolitiği, mavi vatan perspektifi devlet iradesine yansımış, MHP sayesinde de asli kurucu unsurla Türklük hassasiyeti ve devlet sadakatle bağlı, devlet sınıflarıyla ve bürokrasisiyle güç tazelenmiştir. Bu köprü sabote edilmek istenmektedir. Türkiye’nin buna ihtiyacı vardır. Aynı kesimin sol versiyonu Atatürk’le ve onun kurucu ilkeleriyle hiçbir alakası olmaksızın Y-CHP’de mevzilenmiştir. Neoliberalizmin ve Atlantik’in çok kültürcülük tezlerinin, adem-i merkeziyet ve anayasal yurttaşlık kavramlarının izdüşümü AKP’deki anti Türk ekiple çakışır. Y-CHP’nin anayasa taslağı çalışmasında bu fikirleri bulabilirsiniz. Adı Türkiye Cumhuriyeti olan ve Türkün kurucu siyasal irade olduğu bir ülkede böyle bir düşüncenin ifade edilebiliyor olması hala “Yaban Romanı’nın Ahmet Cemil ve Köylü sahnesinde” olmamızdan kaynaklanır. Bu iki grubun Cumhuriyet bayramında beraber attıkları “Kobani” çığlıklarını hatırlayınız. Bu irade Sayın Prof.Dr. Yahya S.Tezel’in de belirttiği gibi “Ecevit’in genel başkanlığından beri CHP’nin yönetme iradesine hakimdir” ki Sayın Ecevit’in 12 Eylül sonrası DSP kulvarını açıp CHP’yle yollarını ayırmasının temel sebebidir. Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyeti yıkmak için silahlı savaş açmış kişi ve grupların, eylem ve söylemlerinin Atatürk ve Atatürkçülük kelimesiyle yan yana kullanılmasından daha büyük bir çelişki olabilir mi? Sayın Kılıçdaroğlu’nun Atatürkçülüğü ve milliği bu tartışmanın dışındadır lakin “görünen köy kılavuz istemez” diye bir atasözümüz var. Millet CHP’ye “kurucu irade ol gel yönet” derken CHP’nin bu kaos ortamında ısrarlı şekilde direnmesi izahtan varestedir. CHP’yle seçim işbirliğinde aynı hatta konumlanmış İYİ parti siyasal olarak bu savrulmayı sönümleyecek, siyasal müttefikini dengede tutacak bir siyasal performans ve etkileyecek entelektüel dinamiğe sahip değil maalesef. NATO, AB ve Atlantik konusundaki tavrı, Neoliberalizm tercihiyle, Gelecek Partisi ve Deva Partisinin katılımıyla oluşacak yeni cephe “mevcut siyasi tezleriyle” bize “yağmurdan kaçarken doluya tutulma” tedirginliğini vermektedir. İyi Parti oysa ki MHP’yi yetkin etkili bir milliyetçilik yapmamakla, eski arkadaşlarla sert şekilde tokalaşmamakla! “haklı olarak itham ederek yola çıkmıştı” bu noktaya savrulması ne kadar ilginç. Türk milleti ve Türkiye bu fasit dairede “örsle çekiç arasında ” gücünü, enerjisini ve umudunu tüketmek mecburiyetinde değildir. Türkiye’nin bilimsel perspektif ve liyakati esas aldığında çözülemeyecek hiçbir sorunu yoktur. Bu noktada siyasal iktidar çok önemli bir karar vermek durumundadır. Yükselen Avrasya jeopolitiğinde Türkiye parlayan bir kutup yıldızıdır. 15 ve 16. yüzyıllardan 500 yıl sonra Karadeniz ve Akdeniz jeopolitiği Türkiye eksenli olarak yeniden bütünleşme emareleri gösteriyor. Bu iki hattın birleşimi Avrasya dengelerini belirler. Bu konuda bağımsız “milli demokratik devrim”/ milli perspektif çizgisinin ürettiği fikirleri dikkate alması ve uygulaması neticesinde Doğu Akdeniz’de ciddi bir başarı elde edildi. Mavi vatan stratejisiyle Türkiye kazanıyor. Bu tabloyu Sochi mutabakatıyla Karadeniz tamamlıyor.  XXI. yüzyılda SSCB’nin dağılması Soğuk Savaş’ın bitmesi, dünya ekonomisin ağırlığının Asya Pasifik’e kayması, 500 yıl sonra Türkiye için Karadeniz ve Akdeniz’in jeopolitik öneminin artması ve bütünleşmesi eğilimi, Afroavrasya enerji ve lojistik koridorlarının Türk dünyası kalpgahında ve Türkiye üzerinde kesişmesi gibi yeni dinamikler mevcuttur. Bu yeni dinamikler tarihsel bir perspektif ve reel politik imkanların realist bir planlamasıyla yeni bir dış politik vizyona kavuşturulmalıdır. Asya ülkeleriyle, Rusya ve Çin ile ABD, AB ile olan ilişkilerimiz birbirine koşut değildir. Türkiye jeopolitiğinde bu dinamikler doğru biçimde yönetildiği ve planlandığı takdirde Gazi’nin ve Büyük Selçuklu’nun Doğuda ( arkada) bir istinatgah yaratarak Batıya ,dünyaya açılma stratejisi derinlik kazanmış olur. Türkiye denizlere yakın kara ve deniz havzasına hakim olarak orta vadede bir bölge gücü, uzun vadede bir dünya gücü olacak perspektifleri ve bilgileri üretmelidir. Türkiye, Gürcistan ve Azerbaycan [TAG/ Demirel, Aliyev, Şvarnadze perspektifi , Trabzon Toplantısı 1998 ] Türkiye’yi Hazar’a taşıyarak bölge gücü olma imkanı sağlar. Türkiye Azerbaycan, Kazakistan ve Rusya ve İran’dan mal ve hizmet, taahhütlük işleri karşılığı petrol ve gaz alarak [milli paralarla mahsuplaşma esas olmalı] enerjiye ödediği yıllık 50 milyar dolarlık döviz bulma sıkıntısından kurtulur. Yıllık beyhude yere petrokimya ürünlerinin ithalatına 25 milyar dolar ödüyoruz. Bu yatırımı kısa sürede yaparak paranın Türkiye’de kalması sağlanabilir. Stratejik planlama bu açıdan şarttır. DPT yeniden ayağa kaldırılmalıdır. [2019 yılı bütçe açığının 123 milyar olduğunu unutmayalım].SGK açığı 2 yıl içinde doğru bir matematiksel modelle zarar etmekten çıkartılabilir. Sorma basireti gösterilirse KÜBAK Ekonomi çalışma grubu Türkiye’nin ileri yürüyüşünü engelleyen bu problemin çözümüne destek vermeye hazırdır. Yol göstermeyen ve çözümü kanıtlarıyla ortaya koymayan eleştiri gerçekçi değildir.[Türkiye bütçe açığı aşağı yukarı SGK açığını denk durumda].Türkiye BDT pazarına gümrüksüz mal satma avantajına anlaşmalarla bir an önce erişmelidir. Bu AB’nin de yararınadır.  Bu anlamda AB ile gerçekçi bir mutabakatla, imtiyazlı ortaklık anlaşması her iki taraf açısından olması gerekendir. Bu anlamda Vatan Partisinin “Üretim Devrimi Programı”, İktisat hareketinin finansal önerileri, KÜBAK’ın dolar bazında 12 büyüme stratejisi, Sayın İlhan Kesici’nin ekonomi konusundaki ikazları, Sayın Ümit Özdağ Bey’in “Korona Salgını ve İki Kutuplu Dünya Kaosu raporu” Türkiye açısından tartışılması, konuşulması gereken seçenekleridir. Bilimin, düşüncenin sesine kulak vermezsek kaybederiz. Türkiye, tarihi müktesebatı, kültürel havzası, jeopolitik ve stratejik gerçeklerin onu getirdiği nokta itibarıyla Avrasya Yüzyılının başat aktörlerinden biri olmaya adaydır. Bu yörüngeden sapmayacak kararlılığı pekiştirerek yoluna devam etmek zorundadır. Prof. Dr. Kemal ÜÇÜNCÜ  Kaynak Yeniçağ: Türkiye’de anadil ve aidiyet duygusu - Sadi SOMUNCUOĞLU “2023 Senesinde Türkiye Mevcut Olmayabilir” [Mülâkat, 2023- , ISSN 1303-0434., Sayı: 101., 15 Eylül 2009]
Kültür ve tarih bilinci olmaksızın kuşatıcı bir teori kurmak, imkânsızdır. Teori, yöntem ve kavramlar olmadan olguları kavrayıp tahlil edemezsiniz. Olayların peşinden sürüklenirsiniz. TBMM’de temsil edilen siyasi geleneklerin, siyasi partilerin kendine özgü bir teorisi ve yöntem bilgisi olmadığı için kavramlaştıramıyorlar, sorunlaştıramıyorlar, tahlil edemiyorlar. Kendilerine özgü bir perspektifleri yok maalesef.

AKP ve CHP ekseninde toplanmış iki kutuplu siyasetin zaman zaman milli hatta olduğu izlenimi veren konjonktürel çıkışlarına, <bütün iyi niyetlerine rağmen > “adem-i merkeziyet ve Neoliberalizm, çok kültürlülük ” hattında olmaları bu teorisizliğin bir sonucudur. Türkiye sosyolojisini çözümleyerek yerli ve bize ait bir siyasal dile aktaramıyorlar. Bu yönüyle esasen TBMM’de tek bir parti ve tek bir siyasal görü, “ Neoliberalizm” hakimdir. Gerisi dekoratif söylem ve retorikten ibarettir. Ekonomi politik tercihiniz neyse siyasi ideolojiniz de odur. Bu kadarını bilmeden siyaset yapyorlarsa daha da dehşet verici. Bu atıl, tarih dışı ve Türkiye gerçekleriyle uyumsuz kaotik siyasal pozisyonlar Türkiye’nin ayağını bir prangayla emperyalizmin yedeğine bağlamaktadır.

[15 Temmuz sonrasında AKP iktidarı “de facto” tehlikeyi görerek yeni bir arayışa yöneldiğini gözlemlemekteyiz. Bu arayışın teoride de milli bir perspektife eklemlenmesi Türkiye’nin bekası açısından çok önemlidir.]

Türkiye Cumhuriyeti ve Türk milleti her şeyin üzerindedir. 

Siyasal partilerimiz, liberalizmi ve sol ideolojiyi Türkiye’nin tarihsel ve sosyolojik koşulları ekseninde tartışarak kendine özgü bir kulvar açmayı bile düşünmüyorlar.

Demokrasi ve hukuk devleti konusunda solun da liberal sağın da referansları küresel sermayenin talepleri ve söylemiyle uyumlu. Halkçı, müzakereci, bir demokratik perspektiften herkes kaçıyor. Zira takipçisi oldukları kapitalist, neoliberal köleci sistem  eğitimin, demokrasinin, özgürlüğün, eşitliğin imtiyazlı bir sınıftan geniş halk kesimlerine yayılmasından Fransız ihtilalinden beri kaçıyor. Oysa ki bugünkü dijital imkanlarla hem yerelde hem ulusal düzeyde halkın kaynak kullanma ve karar alma süreçlerine daha etkin bir biçimde katılımını gerçekleştirerek demokratik katılımı, halk demokrasisini inşa edecek imkanlar mevcuttur. Ama sol dahil, sendikalar, partiler dahil herkes sus, pus ekmeği kırmış şamandıra gibi emperyalizmin güvecine banmak için fırsat kolluyor.

Bütün kalkınma iktisadı tarihi gösterir ki sermaye birikimi yetersiz bir Türkiye’nin kalkınması için bütün kaynaklarını optimum bir biçimde planlaması ve devlet desteği, öncülüğünde bir üretim devrimini başlatmaktan başkaca yolu yoktur.

Türk iktisat tarihin en başarılı sonuçlarının 1923-1938 döneminde bu modelde el edilmesi bunun en bariz göstergesidir.

***

Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları kurulunun görüşleri, Y-CHP’nin anayasa taslağıyla birebir örtüşmektedir. Yüksek Kurulun “yükseklik” sıfatıyla pek de mütenasip olmayan görüşlerine bakalım:

“Türkiye Toplumu çok kimlikli bir toplumdur… Bizim toplumumuz farklı kimlik gruplarının bir bileşkesidir.”

“Türkiye toplumu ve onu oluşturan bireyler çok kimlikli olmakla birlikte başat aidiyetini tek kimlik üzerinden ifade edilmesi ihtiyacı doğduğunda hiçbir kimlik grubu tek başına toplumun çoğunluğunu oluşturmamaktadır. Yani hiçbir kimlik grubu gerek halk kesimi olarak gerekse seçmen olarak yüzde elliden fazla bir sosyolojik güce sahip değildir. Hepsinin sosyal tabanı yüzde ellinin altındadır. Bu durum âdeta maruf ve meşhur bir vakıadır.”

Zırva tevil götürmez diye bir tabir vardır. Sosyal bilimler alanında doktora derecesine sahip insanların böylesine gelişigüzel doğaçlamasını sadece cehaletle izah edemeyiz. Kurulun bu görüşlerine bilim adamı titizliğine ve etiğine sahip 2 araştırmacının araştırmalarıyla çürütelim:

  • Alman Araştırmacı Peter Alfrod Andrews’in, “Türkiye’de Etnik Dağılım” Raporu’na göre; Türk 86.21, Kürt 8.36, Çerkez 2.14, Arap 1.63, Zaza 0.53, Laz 0.02, diğer 1.02. 
  • AB Eurobarometer’nin Eylül 2005 anketinde de, ana dil yüzdeleri, Türkçe 93, diğerleri 7 olarak ölçülüyor. 

Bu iki araştırmayı teyit eden onlarca literatürü burada saymayacağım. Sorun bu ülke insanın bu anlayışlarla nasıl formatlandığı ve mankurta dönüştürüldüğü sorunudur. Bu karanlık zihniyeti aydınlatmalıyız.

“Türkiye toplumu ve onu oluşturan bireyler çok kimlikli olmakla birlikte başat aidiyetini tek kimlik üzerinden ifade edilmesi ihtiyacı doğduğunda hiçbir kimlik grubu tek başına toplumun çoğunluğunu oluşturmamaktadır. Yani hiçbir kimlik grubu gerek halk kesimi olarak gerekse seçmen olarak yüzde elliden fazla bir sosyolojik güce sahip değildir. Hepsinin sosyal tabanı yüzde ellinin altındadır. Bu durum âdeta maruf ve meşhur bir vakıadır.”

Türkiye’de oy verme davranışının Kürtler arasında bile “etnik ve kimlik temelli olarak temayüz etmediğini” bütün partilerde her etnisiteden aday ve temsilci olduğunu bilmiyorlar mı? 

Türkiye toplumu değil, Türk milleti vardır. Burada egemen bir millet vardır. Bu milletin içerisinde sosyolojik bir kategori olarak “toplumlar” vardır. Önce bu kavramları öğreniniz. Biz bu dili “halklara özgürlük” çağrılarından, “hendek siyasetinden” tanıyoruz. HDP ye o zaman hangi gerekçeyle ne cevap vereceksiniz? Tam da sizin söylediğiniz şeyin “kimliğin” siyasetini yapıyorlar. Türk milleti ve Türkiye cumhuriyeti toplumlar bileşkesi değildir. Türk bu milletin ve 5000 yıllık bir tarihin adıdır. Bu ülkenin içerisinde Müslüm gayrı Türk ve gayrı Müslüm yurttaşlar vardır onlar anayasal olarak Türk yurttaşıdırlar, tarihsel olarak Türk kültür havzasının mütemmim cüzleridirler. Etnik olarak kendileridirler, hukuki özne olarak Türk kabul edilirler. 

Adı Türkiye Cumhuriyeti olan bir yerde kendi tarih ve kimliğine, egemenliğine sahip çıkmayan Türklerin Haymana’da olduğunu zanneden kütle insanları içerisinde bu sohbetler zaten yeterince hüzün vericidir. Üstelik onun milliyetçi partisinin bu açıklamalar karşısında kola/fanta yerine karpuz önermesi trajedidir. Fantacılar biraz buruk bu arada!

Rahmetli Durmuş Hocaoğlu hocamın zikrettiği gibi “… 410 yılında Gotlar Roma’ya girdiklerinde sokaklardan dereler gibi kan akıttılar ama Hıristiyanlara dokunmadılar, çünkü, Imperium Romana’nın çift başlı kartalı kendileri için bir değer ve anlam ifâde etmez bulan Hıristiyan Romalılar Gotlara, kendilerine dokunmadıkları sürece onlara karşı mukavemet etmeyeceklerini bildirmişlerdi.”  

Biz bu tipolojiyi “milli mücadelecilere eşkıya fetvası verip, Yunan ordusunun moral gecelerinde arz-ı endam edenlerden tanıyoruz ne kadar benzer bir halet-i ruhiye. Psikoanalitik kuram bilinçaltı birikiminin mağmanın yerkürede bulduğu çatlaktan fışkırması gibi zaman ve zemin bulduğunda bilinç düzeyine ve söyleme yansıyacağını bildirir, üstatlar ne kadar haklıymış.

 İnsan Marco Polo’dan utanır, sizden 1000 yıl önce bu coğrafyaya Micro Turchia Hazar ötesine Macro Turchia diyor.

Sizleri temsil eden ortasında Ayyıldız çevresinde 16 imparatorluğu temsil eden o Cumhurbaşkanlığı forsu 12 milyon km² yayılan 300 milyon insanın medar-ı iftihardır

Bir yanda Sayın Cumhurbaşkanımızın “tek bayrak, tek devlet, tek millet” vurguları diğer tarafta onunla iki ayrı galaksideymiş izlenimi veren bu açıklamalar, bunların hangisine itibar etmeliyim tereddüdüne sebep olarak milli bloktaki seçmeni tedirgin etmektedir. Millet Türk milletiyse, bayrak Türk bayrağıysa, devlet Türkiye cumhuriyetiyse burada Sayın Cumhurbaşkanının 15 temmuz sonrasında izlediği siyasete karşı, Cumhur ittifakına karşı açık bir sabotaj vardır.

Bu ikazı yapmak durumundayız. Türkiye’nin muhafazakâr ve mütedeyyin seçmen kitlesi arasına sızmış “fetövari veya daha kapalı yöntemlerle çalışan, “ pelikan, ördek vb çeteler” dış mihraklarla ilişkili, anti Türk etnik siyasal bilince sahip bu mevzilerini İslamcılıkla örten nispeti az ama organize bir ekip Türkiye’nin “tek vatan, tek bayrak ve tek millet” olma iradesini aşındırmak ve siyaseten tökezletmek için öteden beri etkin bir gayret içerisindedirler. Türk milliyetçileri olarak biz bu yönelimi biliriz. “Kraliçe’ye ve Atlantik’e iltisaklı Müselmanlara” dikkat gerekir. Mirza Elekber Sabir bu Müselmanlar’dan çok çekinirdi ve “harda görsem gorhıram gardaş” derdi. AKP’nin 15 Temmuz sonrasında MHP ve Vatan Partisiyle kurumuş olduğu pozitif diyalog ve istişare sürecini hazmedemeyip, “parti MHP’ leşti, Perinçek yönetiyor” gibi bozguncu ve fitneci mihrakların içeride bulunan ve deşifre olmayan kesimleri AKP iradesini kullanarak milli, ulusalcı hedeflere, kişi ve kurumlara dindarların ve Sayın Erdoğan’ın arkasından ateş açmaktadır. Bu diyalog sayesinde Çin, Rusya ilişkileri, Karadeniz jeopolitiği, mavi vatan perspektifi devlet iradesine yansımış, MHP sayesinde de asli kurucu unsurla Türklük hassasiyeti ve devlet sadakatle bağlı, devlet sınıflarıyla ve bürokrasisiyle güç tazelenmiştir. Bu köprü sabote edilmek istenmektedir. Türkiye’nin buna ihtiyacı vardır.

Aynı kesimin sol versiyonu Atatürk’le ve onun kurucu ilkeleriyle hiçbir alakası olmaksızın Y-CHP’de mevzilenmiştir. Neoliberalizmin ve Atlantik’in çok kültürcülük tezlerinin, adem-i merkeziyet ve anayasal yurttaşlık kavramlarının izdüşümü AKP’deki anti Türk ekiple çakışır. Y-CHP’nin anayasa taslağı çalışmasında bu fikirleri bulabilirsiniz. Adı Türkiye Cumhuriyeti olan ve Türkün kurucu siyasal irade olduğu bir ülkede böyle bir düşüncenin ifade edilebiliyor olması hala “Yaban Romanı’nın Ahmet Cemil ve Köylü sahnesinde” olmamızdan kaynaklanır. Bu iki grubun Cumhuriyet bayramında beraber attıkları “Kobani” çığlıklarını hatırlayınız. Bu irade Sayın Prof.Dr. Yahya S.Tezel’in de belirttiği gibi “Ecevit’in genel başkanlığından beri CHP’nin yönetme iradesine hakimdir” ki Sayın Ecevit’in 12 Eylül sonrası DSP kulvarını açıp CHP’yle yollarını ayırmasının temel sebebidir. Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyeti yıkmak için silahlı savaş açmış kişi ve grupların, eylem ve söylemlerinin Atatürk ve Atatürkçülük kelimesiyle yan yana kullanılmasından daha büyük bir çelişki olabilir mi?

Sayın Kılıçdaroğlu’nun Atatürkçülüğü ve milliği bu tartışmanın dışındadır lakin “görünen köy kılavuz istemez” diye bir atasözümüz var. Millet CHP’ye “kurucu irade ol gel yönet” derken CHP’nin bu kaos ortamında ısrarlı şekilde direnmesi izahtan varestedir.

CHP’yle seçim işbirliğinde aynı hatta konumlanmış İYİ parti siyasal olarak bu savrulmayı sönümleyecek, siyasal müttefikini dengede tutacak bir siyasal performans ve etkileyecek entelektüel dinamiğe sahip değil maalesef. NATO, AB ve Atlantik konusundaki tavrı, Neoliberalizm tercihiyle, Gelecek Partisi ve Deva Partisinin katılımıyla oluşacak yeni cephe “mevcut siyasi tezleriyle” bize “yağmurdan kaçarken doluya tutulma” tedirginliğini vermektedir. İyi Parti oysa ki MHP’yi yetkin etkili bir milliyetçilik yapmamakla, eski arkadaşlarla sert şekilde tokalaşmamakla! “haklı olarak itham ederek yola çıkmıştı” bu noktaya savrulması ne kadar ilginç.

Türk milleti ve Türkiye bu fasit dairede “örsle çekiç arasında ” gücünü, enerjisini ve umudunu tüketmek mecburiyetinde değildir. Türkiye’nin bilimsel perspektif ve liyakati esas aldığında çözülemeyecek hiçbir sorunu yoktur. Bu noktada siyasal iktidar çok önemli bir karar vermek durumundadır.

Yükselen Avrasya jeopolitiğinde Türkiye parlayan bir kutup yıldızıdır.

15 ve 16. yüzyıllardan 500 yıl sonra Karadeniz ve Akdeniz jeopolitiği Türkiye eksenli olarak yeniden bütünleşme emareleri gösteriyor. Bu iki hattın birleşimi Avrasya dengelerini belirler. Bu konuda bağımsız “milli demokratik devrim”/ milli perspektif çizgisinin ürettiği fikirleri dikkate alması ve uygulaması neticesinde Doğu Akdeniz’de ciddi bir başarı elde edildi. Mavi vatan stratejisiyle Türkiye kazanıyor. Bu tabloyu Sochi mutabakatıyla Karadeniz tamamlıyor. 

XXI. yüzyılda SSCB’nin dağılması Soğuk Savaş’ın bitmesi, dünya ekonomisin ağırlığının Asya Pasifik’e kayması, 500 yıl sonra Türkiye için Karadeniz ve Akdeniz’in jeopolitik öneminin artması ve bütünleşmesi eğilimi, Afroavrasya enerji ve lojistik koridorlarının Türk dünyası kalpgahında ve Türkiye üzerinde kesişmesi gibi yeni dinamikler mevcuttur. Bu yeni dinamikler tarihsel bir perspektif ve reel politik imkanların realist bir planlamasıyla yeni bir dış politik vizyona kavuşturulmalıdır. Asya ülkeleriyle, Rusya ve Çin ile ABD, AB ile olan ilişkilerimiz birbirine koşut değildir. Türkiye jeopolitiğinde bu dinamikler doğru biçimde yönetildiği ve planlandığı takdirde Gazi’nin ve Büyük Selçuklu’nun Doğuda ( arkada) bir istinatgah yaratarak Batıya ,dünyaya açılma stratejisi derinlik kazanmış olur. Türkiye denizlere yakın kara ve deniz havzasına hakim olarak orta vadede bir bölge gücü, uzun vadede bir dünya gücü olacak perspektifleri ve bilgileri üretmelidir. Türkiye, Gürcistan ve Azerbaycan [TAG/ Demirel, Aliyev, Şvarnadze perspektifi , Trabzon Toplantısı 1998 ] Türkiye’yi Hazar’a taşıyarak bölge gücü olma imkanı sağlar. Türkiye Azerbaycan, Kazakistan ve Rusya ve İran’dan mal ve hizmet, taahhütlük işleri karşılığı petrol ve gaz alarak [milli paralarla mahsuplaşma esas olmalı] enerjiye ödediği yıllık 50 milyar dolarlık döviz bulma sıkıntısından kurtulur. Yıllık beyhude yere petrokimya ürünlerinin ithalatına 25 milyar dolar ödüyoruz. Bu yatırımı kısa sürede yaparak paranın Türkiye’de kalması sağlanabilir. Stratejik planlama bu açıdan şarttır. DPT yeniden ayağa kaldırılmalıdır. [2019 yılı bütçe açığının 123 milyar olduğunu unutmayalım].SGK açığı 2 yıl içinde doğru bir matematiksel modelle zarar etmekten çıkartılabilir. Sorma basireti gösterilirse KÜBAK Ekonomi çalışma grubu Türkiye’nin ileri yürüyüşünü engelleyen bu problemin çözümüne destek vermeye hazırdır. Yol göstermeyen ve çözümü kanıtlarıyla ortaya koymayan eleştiri gerçekçi değildir.[Türkiye bütçe açığı aşağı yukarı SGK açığını denk durumda].Türkiye BDT pazarına gümrüksüz mal satma avantajına anlaşmalarla bir an önce erişmelidir. Bu AB’nin de yararınadır.  Bu anlamda AB ile gerçekçi bir mutabakatla, imtiyazlı ortaklık anlaşması her iki taraf açısından olması gerekendir. Bu anlamda Vatan Partisinin “Üretim Devrimi Programı”, İktisat hareketinin finansal önerileri, KÜBAK’ın dolar bazında 12 büyüme stratejisi, Sayın İlhan Kesici’nin ekonomi konusundaki ikazları, Sayın Ümit Özdağ Bey’in “Korona Salgını ve İki Kutuplu Dünya Kaosu raporu” Türkiye açısından tartışılması, konuşulması gereken seçenekleridir. Bilimin, düşüncenin sesine kulak vermezsek kaybederiz.

Türkiye, tarihi müktesebatı, kültürel havzası, jeopolitik ve stratejik gerçeklerin onu getirdiği nokta itibarıyla Avrasya Yüzyılının başat aktörlerinden biri olmaya adaydır. Bu yörüngeden sapmayacak kararlılığı pekiştirerek yoluna devam etmek zorundadır.

Prof. Dr. Kemal ÜÇÜNCÜ

 Kaynak Yeniçağ: Türkiye’de anadil ve aidiyet duygusu - Sadi SOMUNCUOĞLU

“2023 Senesinde Türkiye Mevcut Olmayabilir” [Mülâkat, 2023- , ISSN 1303-0434., Sayı: 101., 15 Eylül 2009]

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve tekhabergazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.