Reklam kod içeriği yüklenmemiş.
Reklam kod içeriği yüklenmemiş.

AYASOFYA KARARI NELERİ TETİKLER?

GÜNDEM 12.07.2020 - 17:18, Güncelleme: 29.08.2022 - 15:26
 

AYASOFYA KARARI NELERİ TETİKLER?

AYASOFYA KARARI NELERİ TETİKLER? Ekonomik sorunlar ve kriz, işsizlik, dış ilişkiler ve erken seçim… Bunların hiçbiri son günlerin en önemli tartışma konusu olan Ayasofya’nın statüsü tartışmalarını geride bırakamadı ve gündemin en önemli konusu olarak uzun süre tartışıldı. Uzun süren tartışmalar sonucunda nihayet beklenen oldu ve Danıştay 10. Dairesi, Ayasofya'nın camiden müzeye dönüştürülmesine dair 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını iptal etti. Danıştay’ın gerekçesinde, Ayasofya'nın Fatih Sultan Mehmet Han Vakfı mülkiyetinde olduğu, cami olarak toplumun hizmetine sunulduğu belirtildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ayasofya'nın Diyanet İşleri Başkanlığına devredilerek ibadete açılmasına yönelik Cumhurbaşkanlığı Kararını "hayırlı olsun" mesajıyla paylaştı ve Cumhurbaşkanı Kararı, Resmi Gazete'de yayımlandı. Bazıları bu kararı Recep Tayyip Erdoğan’ın Atatürk’e karşı bir zafer olarak değerlendirirken bazıları ise Şeriata bir adım kaldığını iddia etti. Ayasofya'nın camiden müzeye dönüştürülmesine dair 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararından Atatürk’ün haberi olmadığını iddia edenler, Atatürk’ün imzasının sahte olduğunu söyleyenler, Atatürk’ün dinsiz olduğu için Ayasofya’yı müzeye dönüştürdüğünü iddia edenler… herkes konuştu, herkes bir şeyler iddia etti. Peki Ayasofya meselesinin aslı neydi? Öncelikle şu hususları netliğe kavuşturmak gerekiyor; Ayasofya’nın müze haline getirilmesinden Atatürk’ün haberi olmadığı; bu işin ona duyurulmadan, sahte bir kararname ile yapıldığı ve imzasının sahte olduğu” iddiası kesinlikle deli saçmasından başka bir şey değildir. Neden derseniz; o dönemde Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk, Türkiye’de olup biten her şeyden, memleketin en ücra köşesindeki beldelerdeki hatta köylerdeki vaziyetten bile ânında haberdar olan, her gün düzenli ve detaylı olarak aldığı “dirlik-düzenlik raporları” sayesinde şehirlerde, ilçelerde, beldelerde ne olup bittiğini en ince teferruatına kadar öğrenen bir liderdi. Dolayısıyla Atatürk’ün böyle bir işten haberi olmaması mümkün değildir. Nitekim o döneme ait kayıtlar da bu durumu ispatlar niteliktedir. Atatürk’ün dinsiz olduğu iddiasına gelince bir insanın ne kadar dindar ya da dinsiz olduğunu yargılamak kimsenin haddine değildir. Atatürk ister dinsiz isterse çok dindar biri olsun, bu onun yaptıklarını asla gölgeleyemez. Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk bu cumhuriyetimizin kurucusu ve parçalanarak leş kargaları tarafından yok edilmek üzere olan Osmanlı topraklarının yani vatanımızın kurtarıcısıdır. Hz. Muhammed (s.a.v) bile kimseyi inancı ile yargılamazken bizlerin Atatürk’ün dindar mı yoksa dinsiz mi olduğunu konuşup yargılamak haddimize değildir.  Gelelim Atatürk’ün Ayasofya’yı neden müze statüsüne soktuğuna; o dönemde Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu aynı zamanda Hristiyan alemine karşı da kazanılmış şok edici bir zafer olarak görülüyordu. Savaşlardan bitap düşmüş ve ekonomik anlamda bitmiş olan Müslüman bir devlet elbette uluslararası ilişkilerinde azami dikkat ve özeni göstermek mecburiyetindeydi. Nitekim bağımsız bir ülke olunmuş olsa da dış ülkelerin Türkiye üzerinde söz ve hak sahibi olma çabaları devam etmekteydi. O dönemde Ayasofya’nın durumu da Hristiyan devletlerin öncelikleri arasındaydı ancak Hristiyanlarda kendi aralarında hem mezhepsel hem de siyasi birçok gruba bölünmüşlerdi. İşte tam o dönemde Atatürk’ün bir İngiliz Gazeteci olan Grace Ellison’a verdiği demeç durumu çok net bir şekilde özetliyordu. Atatürk verdiği demeçte şu ifadeleri kullanmıştı; “Ayasofya gerçi bizim İslamî geleneğimizin bir parçasıdır. Hristiyanlar şayet tek bir kütle olsalardı bu mümkün olabilirdi ama Kilise o kadar çok bölünmüştür ki artık mümkün değildir. Böyle bir şey Ruslar’ın, Yunanlılar’ın ve Anglikanlar’ın Ayasofya için bizim toprağımızda birbirleri ile savaşa tutuşmalarına sebebiyet verir; neticede sizin barış için düşündüğünüz jest sonsuz bir arbedeye, bir mücadeleye sebebiyet verir. Bununla beraber Hristiyanlığı dünyanın gözünde onore edebilmek için gücümüzün yettiği çabayı göstermeye çalışacağız. Ayasofya’yı cami olarak muhafaza etmemiz Katolik Kilisesi’ni hakikaten incittiği takdirde orayı müze hâline getirebilir veya kapatabiliriz. Hristiyan dünyasını kasten incittiğimizi hiç kimse söyleyememelidir.” işte bu düşünce içinde bulunulan dönem ve şartlarda tam bir siyasi deha örneğidir. Gelelim günümüze… Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatının ardından gözlerini yine Türkiye’ye diken başta Amerika ve İngiltere olmak üzere büyük devletler ve kuruluşundan sonra bu oyunlara dahil olan küçük terör devleti İsrail ve bugün ki AB devletleri 10 Kasım 1938 gününden 15 Temmuz 2016’ya kadar Türkiye’nin içişlerinde hep söz sahibi oldular ve ülkede diledikleri gibi at koşturdular. Gazeteci Yazar Murat Başbay’ın bu konudaki bir sözü durumu çok güzel özetler nitelikte “Bu ülkeye ihanet 10 Kasım 1938 tarihinde saat 09.06’da başladı” işte bu söz durumu tam olarak özetliyor. Tıpkı Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi’ye yapıldığı gibi 15 Temmuz 2016 tarihinde de sözde diktatör ilan ettikleri Recep Tayyip Erdoğan’a aynı akıbeti yaşatma girişimi Türk Milleti tarafından engellenince Türkiye’nin içişlerinde söz sahibi olan tüm güçlerin tahakkümleri ortadan kalkmış oldu. Bunun neticesinde de önce ekonomik baskılar ardından da dış ilişkilerde oluşan ittifaklar darbe ile başarılamayanı başarma ümidiyle Türkiye’yi yeniden tahakküm altına alma çabalarını doğurdu. Akdeniz’deki gelişmeler, Türkiye’nin yerli ve milli savunma sanayi hamleleri, Rusya’dan alınan ama hala kurulamayan S400 Hava Savunma Sistemi, İsrail – Yunanistan – Mısır – Fransa dörtlüsü ile yaşanan gerilim, Libya konusu ve daha niceleri bu tahakküm kurma çabasının birer ayağı oldu.  Tüm bu tahakküm çabalarına karşı ilk cevap Amerika’ya verilen S400 Hava Savunma Sistemi alımı oldu. Şimdi ise Yunanistan, Rusya ve ABD’ye verilen bir Ayasofya cevabı ile karşı karşıyayız. Bu mesaj aslında tüm dünyaya verilen açık bir mesajdır ve mesajın içeriği de tam olarak şudur; “Türkiye bağımsız bir ülkedir ve kimse içişlerimize karışamaz. Gerektiği takdirde kendimizi savunabilecek güce sahibiz.” Elbette bu mesaj içeride de Ak Parti’ye kaybettiği oyların bir kısmını yeniden kazandıracaktır ve MHP ile birlikte 50’nin üzerinde kalmalarını bir süre daha sağlayacaktır. Peki bu restin devamında neler yaşanacak? Öncelikle bu rest AKP + MHP ittifakına bir süre daha 50+1’in üzerinde kalma imkanı verirken aynı zamanda da ekonomik krizi gündemden uzak tutacaktır. Bir süre dış ilişkiler Ayasofya meselesi üzerine yoğunlaşacak, bir türlü rayına oturamayan AB ilişkileri biraz daha raydan çıkacak, Yunanistan bunu fırsata çevirebilmek için olmayan gücüyle Ege ve Akdeniz’de tacizlerine yenileri eklenecek ve uluslararası destek arayış çabalarını arttıracak, S400’ler bir süre daha kurulamayacak, Suriye meselesi alevlenecek ve terör tehdidi dış müdahalelerle daha da artacak, Libya’da dengeleri değiştirecek bütün hamleler daha agresif şekilde ortaya konacak, tüm bunlar yaşanırken içeride de milliyetçi akım kuvvetlenecek ama karşılarında anti Tayyipçi bir grup bir araya gelerek iç kargaşa yaratmaya çalışacak ve sonunda tüm bu sorunların yatışması için AB, Rusya ve ABD’ye bir zeytin dalı olarak Heybeliada Ruhban Okulunun açılışı uzatılacak. Her ne kadar bu yeterli görülmese de ilk adım olarak olumlu karşılanacak ve özellikle Türkiye üzerindeki ekonomik baskı biraz olsun hafifletilecek. Tabi bu süreçte baskın bir seçime gidilme ihtimalide şu andan itibaren sürekli alternatif bir plan olarak kenarda hazır bekletilecek. Son olarak Ayasofya meselesinde en karlı çıkan İsrail olacak gibi görünüyor. Neden derseniz; "Kudüs kırmızı çizgimizdir" dedik yeşile döndü. "Kudüs başkent olamaz" dedik ama oldu. Ne kaldı geriye?.. Mescid-i Aksa'nın sinagog olması. Ayasofya kararı ile içişlerimize karışamazsınız dedik ama konu Mescid-i Aksa olduğunda İsrail'in atacağı bir adımda uluslararası arenada yanımızda duran da, söyleyecek lafımızda kalmayacak diyebiliriz. Böyle bir durumda Hristiyan dünyası kesinlikle karşımıza dikilecektir.   Dr. Serkan GÜNGÖR

AYASOFYA KARARI NELERİ TETİKLER?

Ekonomik sorunlar ve kriz, işsizlik, dış ilişkiler ve erken seçim… Bunların hiçbiri son günlerin en önemli tartışma konusu olan Ayasofya’nın statüsü tartışmalarını geride bırakamadı ve gündemin en önemli konusu olarak uzun süre tartışıldı. Uzun süren tartışmalar sonucunda nihayet beklenen oldu ve Danıştay 10. Dairesi, Ayasofya'nın camiden müzeye dönüştürülmesine dair 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını iptal etti. Danıştay’ın gerekçesinde, Ayasofya'nın Fatih Sultan Mehmet Han Vakfı mülkiyetinde olduğu, cami olarak toplumun hizmetine sunulduğu belirtildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ayasofya'nın Diyanet İşleri Başkanlığına devredilerek ibadete açılmasına yönelik Cumhurbaşkanlığı Kararını "hayırlı olsun" mesajıyla paylaştı ve Cumhurbaşkanı Kararı, Resmi Gazete'de yayımlandı.

Bazıları bu kararı Recep Tayyip Erdoğan’ın Atatürk’e karşı bir zafer olarak değerlendirirken bazıları ise Şeriata bir adım kaldığını iddia etti. Ayasofya'nın camiden müzeye dönüştürülmesine dair 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararından Atatürk’ün haberi olmadığını iddia edenler, Atatürk’ün imzasının sahte olduğunu söyleyenler, Atatürk’ün dinsiz olduğu için Ayasofya’yı müzeye dönüştürdüğünü iddia edenler… herkes konuştu, herkes bir şeyler iddia etti.

Peki Ayasofya meselesinin aslı neydi?

Öncelikle şu hususları netliğe kavuşturmak gerekiyor; Ayasofya’nın müze haline getirilmesinden Atatürk’ün haberi olmadığı; bu işin ona duyurulmadan, sahte bir kararname ile yapıldığı ve imzasının sahte olduğu” iddiası kesinlikle deli saçmasından başka bir şey değildir. Neden derseniz; o dönemde Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk, Türkiye’de olup biten her şeyden, memleketin en ücra köşesindeki beldelerdeki hatta köylerdeki vaziyetten bile ânında haberdar olan, her gün düzenli ve detaylı olarak aldığı “dirlik-düzenlik raporları” sayesinde şehirlerde, ilçelerde, beldelerde ne olup bittiğini en ince teferruatına kadar öğrenen bir liderdi. Dolayısıyla Atatürk’ün böyle bir işten haberi olmaması mümkün değildir. Nitekim o döneme ait kayıtlar da bu durumu ispatlar niteliktedir.

Atatürk’ün dinsiz olduğu iddiasına gelince bir insanın ne kadar dindar ya da dinsiz olduğunu yargılamak kimsenin haddine değildir. Atatürk ister dinsiz isterse çok dindar biri olsun, bu onun yaptıklarını asla gölgeleyemez. Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk bu cumhuriyetimizin kurucusu ve parçalanarak leş kargaları tarafından yok edilmek üzere olan Osmanlı topraklarının yani vatanımızın kurtarıcısıdır. Hz. Muhammed (s.a.v) bile kimseyi inancı ile yargılamazken bizlerin Atatürk’ün dindar mı yoksa dinsiz mi olduğunu konuşup yargılamak haddimize değildir. 

Gelelim Atatürk’ün Ayasofya’yı neden müze statüsüne soktuğuna; o dönemde Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu aynı zamanda Hristiyan alemine karşı da kazanılmış şok edici bir zafer olarak görülüyordu. Savaşlardan bitap düşmüş ve ekonomik anlamda bitmiş olan Müslüman bir devlet elbette uluslararası ilişkilerinde azami dikkat ve özeni göstermek mecburiyetindeydi. Nitekim bağımsız bir ülke olunmuş olsa da dış ülkelerin Türkiye üzerinde söz ve hak sahibi olma çabaları devam etmekteydi. O dönemde Ayasofya’nın durumu da Hristiyan devletlerin öncelikleri arasındaydı ancak Hristiyanlarda kendi aralarında hem mezhepsel hem de siyasi birçok gruba bölünmüşlerdi. İşte tam o dönemde Atatürk’ün bir İngiliz Gazeteci olan Grace Ellison’a verdiği demeç durumu çok net bir şekilde özetliyordu.

Atatürk verdiği demeçte şu ifadeleri kullanmıştı; “Ayasofya gerçi bizim İslamî geleneğimizin bir parçasıdır. Hristiyanlar şayet tek bir kütle olsalardı bu mümkün olabilirdi ama Kilise o kadar çok bölünmüştür ki artık mümkün değildir. Böyle bir şey Ruslar’ın, Yunanlılar’ın ve Anglikanlar’ın Ayasofya için bizim toprağımızda birbirleri ile savaşa tutuşmalarına sebebiyet verir; neticede sizin barış için düşündüğünüz jest sonsuz bir arbedeye, bir mücadeleye sebebiyet verir. Bununla beraber Hristiyanlığı dünyanın gözünde onore edebilmek için gücümüzün yettiği çabayı göstermeye çalışacağız. Ayasofya’yı cami olarak muhafaza etmemiz Katolik Kilisesi’ni hakikaten incittiği takdirde orayı müze hâline getirebilir veya kapatabiliriz. Hristiyan dünyasını kasten incittiğimizi hiç kimse söyleyememelidir.” işte bu düşünce içinde bulunulan dönem ve şartlarda tam bir siyasi deha örneğidir.

Gelelim günümüze…

Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatının ardından gözlerini yine Türkiye’ye diken başta Amerika ve İngiltere olmak üzere büyük devletler ve kuruluşundan sonra bu oyunlara dahil olan küçük terör devleti İsrail ve bugün ki AB devletleri 10 Kasım 1938 gününden 15 Temmuz 2016’ya kadar Türkiye’nin içişlerinde hep söz sahibi oldular ve ülkede diledikleri gibi at koşturdular. Gazeteci Yazar Murat Başbay’ın bu konudaki bir sözü durumu çok güzel özetler nitelikte “Bu ülkeye ihanet 10 Kasım 1938 tarihinde saat 09.06’da başladı” işte bu söz durumu tam olarak özetliyor. Tıpkı Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi’ye yapıldığı gibi 15 Temmuz 2016 tarihinde de sözde diktatör ilan ettikleri Recep Tayyip Erdoğan’a aynı akıbeti yaşatma girişimi Türk Milleti tarafından engellenince Türkiye’nin içişlerinde söz sahibi olan tüm güçlerin tahakkümleri ortadan kalkmış oldu. Bunun neticesinde de önce ekonomik baskılar ardından da dış ilişkilerde oluşan ittifaklar darbe ile başarılamayanı başarma ümidiyle Türkiye’yi yeniden tahakküm altına alma çabalarını doğurdu. Akdeniz’deki gelişmeler, Türkiye’nin yerli ve milli savunma sanayi hamleleri, Rusya’dan alınan ama hala kurulamayan S400 Hava Savunma Sistemi, İsrail – Yunanistan – Mısır – Fransa dörtlüsü ile yaşanan gerilim, Libya konusu ve daha niceleri bu tahakküm kurma çabasının birer ayağı oldu. 

Tüm bu tahakküm çabalarına karşı ilk cevap Amerika’ya verilen S400 Hava Savunma Sistemi alımı oldu. Şimdi ise Yunanistan, Rusya ve ABD’ye verilen bir Ayasofya cevabı ile karşı karşıyayız. Bu mesaj aslında tüm dünyaya verilen açık bir mesajdır ve mesajın içeriği de tam olarak şudur; “Türkiye bağımsız bir ülkedir ve kimse içişlerimize karışamaz. Gerektiği takdirde kendimizi savunabilecek güce sahibiz.”

Elbette bu mesaj içeride de Ak Parti’ye kaybettiği oyların bir kısmını yeniden kazandıracaktır ve MHP ile birlikte 50’nin üzerinde kalmalarını bir süre daha sağlayacaktır.

Peki bu restin devamında neler yaşanacak?

Öncelikle bu rest AKP + MHP ittifakına bir süre daha 50+1’in üzerinde kalma imkanı verirken aynı zamanda da ekonomik krizi gündemden uzak tutacaktır. Bir süre dış ilişkiler Ayasofya meselesi üzerine yoğunlaşacak, bir türlü rayına oturamayan AB ilişkileri biraz daha raydan çıkacak, Yunanistan bunu fırsata çevirebilmek için olmayan gücüyle Ege ve Akdeniz’de tacizlerine yenileri eklenecek ve uluslararası destek arayış çabalarını arttıracak, S400’ler bir süre daha kurulamayacak, Suriye meselesi alevlenecek ve terör tehdidi dış müdahalelerle daha da artacak, Libya’da dengeleri değiştirecek bütün hamleler daha agresif şekilde ortaya konacak, tüm bunlar yaşanırken içeride de milliyetçi akım kuvvetlenecek ama karşılarında anti Tayyipçi bir grup bir araya gelerek iç kargaşa yaratmaya çalışacak ve sonunda tüm bu sorunların yatışması için AB, Rusya ve ABD’ye bir zeytin dalı olarak Heybeliada Ruhban Okulunun açılışı uzatılacak. Her ne kadar bu yeterli görülmese de ilk adım olarak olumlu karşılanacak ve özellikle Türkiye üzerindeki ekonomik baskı biraz olsun hafifletilecek. Tabi bu süreçte baskın bir seçime gidilme ihtimalide şu andan itibaren sürekli alternatif bir plan olarak kenarda hazır bekletilecek.

Son olarak Ayasofya meselesinde en karlı çıkan İsrail olacak gibi görünüyor. Neden derseniz;

"Kudüs kırmızı çizgimizdir" dedik yeşile döndü.

"Kudüs başkent olamaz" dedik ama oldu.

Ne kaldı geriye?.. Mescid-i Aksa'nın sinagog olması.

Ayasofya kararı ile içişlerimize karışamazsınız dedik ama konu Mescid-i Aksa olduğunda İsrail'in atacağı bir adımda uluslararası arenada yanımızda duran da, söyleyecek lafımızda kalmayacak diyebiliriz. Böyle bir durumda Hristiyan dünyası kesinlikle karşımıza dikilecektir.

 

Dr. Serkan GÜNGÖR

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve tekhabergazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.